Lütfen bloğumuzda okuduğunuz yayınlara hemen altlarındaki kutucuklardan puan veriniz :) bu bizim kendimizi geliştirmemiz için önemli.

13 Mart 2013 Çarşamba

İNSANLIĞI AYDINLATAN ONUR


         “İnsan; bir yüreğin çırpınışlarının en anlamlı ritmi…
          Onur; o ritimdeki mananın ahenge dönüşmesi…”


İnsan aziz kılındı bir damla sudan evvel. Ruhlar asaleti seçti, hep bir ağızdan ahitleşti; fakat dünya keşmekeşliği unutturdu bize izzeti, şerefi. Kimimiz paranın soğuk ve nankör yüzünde aradı onu, kimimiz dirsek çürüttüğümüz okul sıralarında. Koca amfilerde aradık onuru ama üniversite kapısından girdiğimiz andaki beklentilerimizin çıkarken kaybettiğimiz değerlere müsavi olduğunu göremedik. Çabucak bu koşuşturmadan emekli olup lüks bir villanın afili bahçesinde organik sebzelerimizi kendi ellerimizle yetiştirip hayattan emekli olmayı bekleme hayalleri ile süslediğimiz zihin dünyamızda ararken; annesi bir şaki tarafından öldürülen saf ve masum bir bebeğin gözyaşları ile kaybettik onuru. Modern dünyanın(!) bizlere sunduğu meyvelerin tadında ararken; içinde gizlenen zehrin ruhumuza tesir etmesiyle kaybettik onuru. Onu hep yanlış yerlerde aradık. Hislerimizin çıkmazında köşeye sıkışmış bir şekilde yardımeli beklerken biz ona hep sırtımızı döndük ve önümüzde duran hayatı o zannettik.

Mazlumun çığlıkları arasında kaybolan, zalimin namlusundan çıkan kurşunla vurulan hep o oldu. İşlediğimiz her suçta kelepçeye vurulan oydu. Kıydığımız her canda idama mahkûm edilen yine o oldu. Adaletin işlemediği mahkeme salonlarında iki kolundan tutulup aşağılanırcasına sürüklenen, ikna odalarında sorguya çekilip insanlığa küstürülen de o oldu. Allah’ın ayetini yüreğinde ve omuzlarında taşırken kalkan ellerde yüzüne tokadı yiyen o oldu. Kahverengi boyalı, siyah bağacıklı, ucunda demir olan askeri botların altında ezilen, ‘insanlığa barış ve huzur getireceğiz’ sloganıyla girilen topraklarda sömürülen ondan başkası değildi.

Peygamberi hayatla ahlaklanan sahabenin tüm dünyaya yaydığı, Reb’i bin Amr’ın İran Kisra’sına haykırdığı:” Biz, insanları kula kul olmaktan kurtarıp Allah’a kul olmaya davet ediyoruz” cümlesindeki sır yine insanın Allah dışındaki kimseye boyun eğmeyen onuruydu. Sırf “kara kadının oğlu” dediği için Bilal’in canını yaktığını düşünen Ebu Zer’in başını kapının eşiğine koyarak, ezip geçmesini isterken yüceltmeye çalıştığı oydu. Ölüm anında bile kendisine verilen suyu kardeşine verip onun canının kendi nefsine tercih ederken korumaya çalıştığı değer de oydu.

Ve en nihayetinde insanlık camiasının seslendirdiği şiirin muhatabıydı o:
  

Bir kardeşin tebessümünü dünyadan da değerli kılan,
Başkasının günahına ağlayan bir dervişin gözyaşlarında parıldayan sensin.
Kalpten kalbe giden yolda gözlerimize aydınlık,
Kalpleri kirleten haince planları cezalandıran karanlık sensin.
Nerde bir adalet varsa o mekânda övünen,
Nerde bir zulüm varsa o tabloda gizlenen sensin.
Tevhidi haykıran bir gencin soluğundaki iman kokusu,
Şirkin bataklığında boğulan benliklerden kaçan sensin.
Güneş bile saçlarını soldurmasın diye sakınan bir kadının ruhunda seslenen,
Ateşler içinde yanmamak için göklere dua yağdıran erkeğin kelimelerindeki anlam sensin.
Nerde atan bir kalp varsa, o kalpte beliren nabız,
Nerde ölmüş bir ruh varsa, o ruha can veren nefes sensin.

 O.Kurt

11 Mart 2013 Pazartesi

Bu dine,kafasını sadece Allah'a takmış yiğitler gerek...


Kardeşler,
Yine Buharî'den ve Müslim'den bir hadisi şerifi -kıyamet günü "Bu hadisi duymamış mıydın?" denecek- bir risk olarak sizlere aktarmak istiyorum. Ama dikkat ediyorum ve dikkatinizi çekiyorum. Rabb'imiz: "Sen Ebu Hureyre'nin hadisini duymuştun değil mi?" der kıyamet günü. Bu sözü de bu hadisi şerifi de derdi olmayan yani "Ben doğurdum, büyütüyorum. Her ana gibi, baba gibi ben de anayım babayım." diyene anlatmıyorum. "Kardeşim, vakfı ben kurmadım. Medreseyi de ben kurmadım. İşim yoktu zaten. Diyanet de en düşük puanla aldığı için beni buraya memur yaptılar. Ben ne yapayım. Sekizde geliyorum beşte gidiyorum. Hadi selamun aleykum." diyene de anlatmıyorum. Mangalda kül bırakmayanlara anlatıyorum. Hani büyük toplantılar yapıp İslam için çalışman, her doğurduğu çocuğu Allah'a adayan anneler babalar olarak mangalda kül, meydanda at bırakmayan yiğitler için... Başta ben, ben de mangalda kül bırakmıyorum ama kim mangalda kül bırakmıyorsa, meydandaki atların hepsi önünden yel olup gidiyorsa şimdi bakın Peygamber aleyhissalatu vesselam ne buyuruyor.

Ebu Hureyre radıyallahu anhtan Buharî ve Müslim kaynaklı bir hadisi şerif dinliyoruz. Buyuruyor ki aleyhissalatu vesselam: "Eski peygamberlerden bir tanesi bir küfür diyarına cihat etmek için ordu kurdu." Peygamber aleyhisselam anlatıyor. Bir peygamberi anlatıyor. İsmini vermiyor peygamberin ama bir peygamber ordu kurmuş. İşte A şehrine gidecekler kendi bulundukları yerden. Diyelim ki şehir kalesinin sınırına kadar gelince orduyu toplamış bir taşın üstüne çıkmış, demiş ki: "Hey ordu! Beni dinleyin. Nişanlanmış, yakında nikâhlanıp gerdeğe girecekler geri çıksın." Yani hazır, evlenecek hanımıyla, işte gün sayıyor, düğünü var. "Onlar geri çıksın." demiş. Birkaç kişi ayrılmışlar veya ne olduysa. "Yeni ev yapmış, henüz çatısını kapatıyor ve birkaç gün sonra da yeni evine taşınacak olan varsa onlar da ayrılsın. Koyun sürüsü olup da sürüsünde yakında doğum yapacak, yavrulayacak koyunlar olanlar da ayrılsın. Siz geri gidin, siz ordumda bulunmayın. Ben aklı karısında, yaptığı evinde, yavrulayacak koyununda olmayanlarla Allah'a gideceğim." demiş ve yola devam etmişler.

Üç engelliyi geri bırakmış, üç günahkârı değil ama. Helal nikâhlanmış, bugün yarın gerdeği var. Ev yapmış helal parasıyla, yeni taşınacak evine. Taksiti bitecek, evine taşınacak ve koyunları kuzulayacak adamın. Günah değil. Onlara "Bu ordudan çıkın." demiş. Sonra yoluna devam etmişler. Ulaşacakları yere gittiklerinde ikindi vakti bitmek üzereymiş. Bugünkü literatürle akşam yedide oluyor diyelim. Dört gibi, beş gibi o şehre ulaşmışlar. Yanındakiler demişler ki: "Biz buraya çok kötü bir saatte geldik. Şimdi bu savaşı akşama kadar bitiremezsek gece konaklarken bu adamlar bizi burada imha ederler, mağlup oluruz. Şimdi başlasak akşam oldu yetiştiremeyeceğiz. Ne yarına kadar burada mola verebiliriz ne de savaşı bitirebiliriz durum kötü." Elini güneşe doğru uzatmış o peygamber. (Bu, Buharî ve Müslim'de hadistir.) "Bak ey güneş." demiş. "Sen de Allah'ın memurusun, ben de memuruyum. Önüme engel olma dur, dönme bu dünyada!" demiş. Sonra da "Bismillah." deyip emretmiş ve fetih müyesser olup geri gelmişler.
Güneş... Güneş... Seyrini durdurdu! Kadında, kocada, ev taksitinde gözü olmayan ordu uğruna! Vakıf mı kuruyorsun? Al, peygamberden örnek işte. Bir mahallede cami mi yapacaksın? Derneğinde yeni evlenecek, karısında gözü olan biri olmasın. Ev taksiti ödeyen biri olmasın. Kuzulama derdi olan koyunları olan bir çoban alma. Yürekleri hür, yüreği kadına/eve takılmamış insanlarla yola çık, Allah seninle olsun. Senin için Güneş'i bile durdurur Allah o zaman.

http://hayatrehberi.sosyaldoku.com/180-hur-yurekli-gencler/

2 Mart 2013 Cumartesi

Siyer Okumanın Önemi (Ya da Rabıta) - Cahit Zarifoğlu

Uluslararası bir yarışmaya katılacak bir jimnastik ekibi için aylar öncesinden başlatılan çalışmalara çağrılan 100 jimnastikçi, aynı imkânlara, aynı sağlığa, aynı çalışma ve kazanma hırsına sahip görünüyorlardı. Ancak kamp sonrasında, ekibe bunlardan 10 tanesi seçildi. İstenen hareketleri bu 10 kişi yapabiliyor, diğerleri istenen başarı düzeyini gösteremiyorlardı.

Fizik şartları bakımından aynı seviyede görünen bu yarışmacılar arasındaki temel farklılık neydi? Yetenek dediğimiz şey nasıl bir şey?

Jimnastikte, gerekli bedensel özelliklerle birlikte, yapılacak hareketin mükemmel olabilmesi için, ilkin o hareketin, kişinin “zihninde teşekkül etmesi” gerekmektedir. Bu teşekkül ediş, bu görüntü ne kadar mükemmel olursa, hareket de o derece mükemmel şekilde yapılabilmektedir.

Yığınlar için de durum bundan farklı değil,

İnsanlar, zihinlerinde kimleri canlandırıyor, zihinlerinde kimler örnek insan olarak teşekkül ediyorsa, onlara benzemeye çalışacaklardır. Bu örneğin belirmesi için de kişinin o örnekle sık sık karşılaşması, onun zihne taşınması gerekmektedir. Toplumun kişiye model olarak benimsettiği kişiler veya kişinin sık sık ve etkin şekilde karşılaştığı modeller hangileri.. Özellikle yetişme çağındaki insan kimlere hayranlık duyuyor, kimlere benzemeye çalışıyor? Film yıldızları, önemli iş adamları, başarılı yöneticiler, televizyon veya radyo sunucuları ve politikacılar.. Oysa bunlar şişirilen bir takım hayâllere boş tahminler sağlayan, manevi özelliklerden yoksun kişilerdir. Bu kişilerin bizzat kendileri değil, ama basın organları tarafından kabartılan kişilikleri, hayatları ruhsal değerlerden uzaktır. Zihinde teşekkül eden modeller bunlar olunca, yetişme çağındaki insanların değersiz amaçlar peşinde koşuşlarına bakarak onları küçümsemek, horlamak yararsız olacaktır. Kendilerine sunulan örneklere benzemekten başka ne yapabilirler?!


Mısırlı yazar Necip el-Kiylanî’nin Türkistan Geceleri adlı romanında, Batı Türkistan’dan sonra Doğu Türkistan’ın, komünist Çin tarafından nasıl işgal edilip parçalandığı anlatılıyor. İlk aşamada işgal edilen bu Müslüman topraklarda, Çinliler, bazı yasal zorbalıklarla Müslüman Türkistan halkını planlı bir şekilde benliğinden koparmaya çalışırlar. Buralara Çinli göçmenler getirilecek ve bir Çinli, Müslüman bir kıza talip olduğu zaman, yeni yasa gereği, Müslüman buna “evet” diyecek. Bu yasanın uygulamaya konması ile Müslümanlar isyan ederek silaha sarılırlar. Dağlara çekilirler ve verdikleri savaşlarla Çinlileri perişan eder, önemli miktarda silah, cephane vesaire ganimet alırlar. Zafere ulaşmalarına da pek az kalmıştır. Savaşın başlangıcında Müslümanlarla ortak hareket etmeyi teklif eden ancak “kötü niyetleri” bilindiği için reddedilen Ruslar, bu defa Çinlilerle anlaşarak Doğu Türkistan’a girerler. Böylece iki komünist ülkenin kıskacına giren Müslümanlar zor durumda kalır. Yerleşim merkezlerindeki halk birlik halindeki Rusların ve Çinlilerin kontrolüne girer. Direnen Müslüman güçlerin ise şehirlerle irtibatı azalır. İşte bu aşamada çarpışan Müslümanların düşmanı ikiden / Ruslar ve Çinliler / üçe çıkar. Ruslar yoğun bir propagandaya girişir, konferanslar, el ilanları, duvar ilanları, gazetelerle, Müslüman insanların, özellikle yetişme çağındaki gençlerin kafalarındaki “modeli” değiştirmeye başlarlar. Irk ve namuslarını, topraklarını ve dinlerini Rus ve Çinli katillere karşı, (400 milyona karşı, sadece 18 milyonla) ve yetersiz silahlarla korumaya çalışan ve bunu sadece Allah nezdinde suçlu duruma düşmemek için, Allah’ın emirlerine uymak kastıyla, şehid olmayı göze alarak yürüten insanlar, bu defa, olayları sınıf çatışması şeklinde yorumlamaya başlayan, kafalarındaki Peygamber modeli silinip, yerine Marksist liderler ikame edilen kendi evlatlarına karşı da yürütmek zorunda kalırlar.

İnsanımıza kimleri model olarak sunuyoruz?

Bunların Peygamber Efendimiz’e nispetleri nedir?

İslâmiyet, Peygamber Efendimiz’in hayatından başka bir şey değildir. Ona benzemek, o ne yaptıysa yapmak, o ne emretti ise onu yapmak ve yasaklarından uzak durmak. Bunu gerçekleştirmek için ise Peygamberimiz’in zihinlerde teşekkül etmesi ve bu görüntünün tek taklit merkezi olarak devamlı olması, tek denetleyicisi olarak kaybolmaması... Bize sürekli olarak onu göstermiyorlarsa, biz sürekli olarak onunla olalım. Onu anlatan makbul siyer kitapları okumak ve yaygınlaştırmak, yapılacakların, diğer modellerden kaçmanın en kestirme yolu..

Cahit Zarifoğlu/ Bir Değirmendir Bu Dünya sf.28