Lütfen bloğumuzda okuduğunuz yayınlara hemen altlarındaki kutucuklardan puan veriniz :) bu bizim kendimizi geliştirmemiz için önemli.

28 Şubat 2013 Perşembe

Namaz Bilinci Seminerleri

İnsanımızı manevi değerleri ile yeniden buluşmasında Namaz Bilincinin belirleyici olarak rol oynayacağına kesin olarak inanan Ensar Vakfı ve Namaz Gönüllüleri Platformu 2006 yılından beri aralıksız sürdürdüğü Namazla Diriliş Seferberliğine, 2013 yılında yeni bir boyut kazandırarak çalışmalarına özellikle gençlerimiz üzerinde yoğunlaştırmak istemektedir.

Geleceğimizi emanet edeceğimiz gençliğin çok yönlü tehlikeler ve kötü alışkanlıklar ile kuşatıldığı bir dönemde manevi ve ahlaki açıdan beslenmesinin kaçınılmaz bir görev olduğuna inanan Ensar Vakfı ve Namaz Gönüllüleri Platformu, toplumun tüm kesimlerini her türlü yozlaşma ve kirlilikten uzaklaştıracak olan manevi değerlere ve özellikle namaz ibadetine her zamankinden daha fazla önem verilmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Bu gaye ile 04 Mart – 29 Nisan 2013 tarihleri arasında “Namaz Bilinci Seminerleri” başlatılmıştır. Gençlerimizin teşvik edilmesi amacıyla seminerlere istikrarlı devam edip seminer sonunda yapılacak sınavda dereceye giren katılımcılara çeşitli ödüller verilecektir.

Üniversitede okuyan öğrencilerimize yönelik çalışmanın hayırlara vesile olacağına inanıyor ve özellikle üniversite gençliğimizi bu eğitim çalışmasına katılmaya davet ediyoruz.

Ayrtintili bilgi ve basvurular www.ensar.org


25 Şubat 2013 Pazartesi

Twitter'dayız :)

Twitter adresimiz yayında :) https://twitter.com/iugenc sizde takip edebilirsiniz...

Kuşun 3 öğüdü

Bir zavallı kuş tuzağa düşmüş, hile ile yakalanmıştı. Kuş kendisini yakalayan avcıya,
''Ey efendi, sen hayatında birçok defa koyun ve sığır yemişsin, pek çok kere de develer kurban etmişsindir. Sen onların etleriyle bile doymamışken benimle hiç doymazsın.Beni serbest bırakırsan sana üç öğüt veririm. Öğütlerime göre kararını verirsin.Bu üç öğütten birincisini senin elinde iken vereceğim. İkincisini şu çatının üzerinde, üçüncüsünü de şu ağacın üzerine konduğumda söyleyeceğim.Sen bu üç öğüdü işitmekten inan bana çok mutlu olacaksın.''Avcı merakından kuşun teklifini kabul etti. '
Kuş, elindeyken verceğim öğüt şudur: ''Olmayacak sözü kim söylerse söylesin inanma.'' Sonra avcı onu bıraktı. O da uçup evin çatısına kondu. Orada da ikinci öğüdünü söyledi.Elinden kaçmış bir fırsat için üzülme. Âh vah edip hasret çekme.''
Kuş ikinci öğüdünü verdikten sonra uçup ağacın dalına kondu ve üçüncü öğüdünü söylemeden önce,''Karnımda 10 dirhem ağırlığında çok kıymetli bir inci vardı. O inci, seni de çoluk çocuğunu da zengin ederdi. Ne yazık ki kısmetin değilmiş'' dedi.
Avcı, kuşun bu söylediklerini duyunca hamile kadının doğururken bağırması gibi feryat edip bağırmaya başladı. Kuş,
''Ben sana sakın elinden kaçan bir şeye üzülme demedim mi? Mademki elinden inci gitti, ne diye dövünüp duruyorsun? Sana verdiğim öğütleri anlamadın mı? Ben sana olmayacak bir şeyi kim söylerse söylesin inanma demiştim. Benim bütün ağırlığım üç dirhem gelmez. Karnımda nasıl 10 dirhemlik inci olabilir?''
Bu sözler üzerine adam biraz kendine gelir gibi oldu.
''Peki şimdi üçüncü öğüdünü söyle bakalım'' dedi. Kuş,''Sana verdiğim iki öğüdü sanki tuttun da, benden üçüncü öğüdü istiyorsun. Uykuya dalmış bir kişiye öğüt vermek, çorak yere tohum ekmekten farksızdır. Aptallık ve cahillik yırtığı yama tutmaz diyerek'' uçup gitti.

21 Şubat 2013 Perşembe

Gözyaşı



                                                                     
                                                                   Gözyaşı


Anlatmaya çalıştıklarımın önüne geçiyordu sebepler.Asıl olana ulaşmaya çalışırken,karşıma çıkıyorlardı bıktırmaya azmedercesine.

Bütün sebepleri bir bir uzaklaştırmaya çalıştığım zamanlarım oldu.Bütün nedenleri yok edip,yalnız kendimle baş başa kalıp ulaşacaktım güya Gerçeğe.Koskoca bir adamı babasının ardından ağlarken görünceye kadar..Nasıl dayanabiliyor diye düşünürken ben,babasının tabutu başında başını öne eğip öylece ağlarken, gözyaşlarının 'İnna lillahi ve inna ileyhi râciûn' sözleriyle bir döküldüğünü görene kadar,sebepleri gereksizce kaldırmaya çalışmıştım.

Gözyaşının değerini her insan kadar bilirdim önceleri.İnsanların yangınlarını ta yüreğimde hissederdim çocukken.Sonra insanlar mı değişti benim yüreğim mi katılaştı bilmiyorum ama kolay kolay aldırış etmez oldum acılarına.Haketmeyenler için dökülen o anlamsız yaşları görünce,hata edip,insanlardan değil de gözyaşından soğumuşum.Sonradan anladım.

Oysa suçu yoktu ağlamaların,değersizleştiren bizzat insanken onu.Sırf insanların gözünde kendini acındırmak için ağlayanlar varken ya da sadece birileri haklı görünsün diye yalanlara ortak edilirken, duaların ardından kibir boyasına boyanarak akıtılırken hatta, gözyaşının ne suçu olabilirdi..O'nun (c.c.) adı ile akan bir gözyaşı görünce anladım.

Sebepler ortadan kaldırılmak için yaratılmamış aslında.Sebepler yol olurmuş yürümesini bilene de,o yola Bismillah demeye yürek gerekmiş.Küçücük bir damla,koskoca bir imanı taşırmış da,insanoğlu Allah'ı denizlerde,okyanuslarda boşuna aramış.O bir damla söylenemeyen tüm sözlere dil olurken,inatla kulaklarını tıkayan insanoğluymuş.Ah biz..Kör,sağır insanlar..Ne yaparsa kendine yapan insanlar,hayata yummadan evvel gözlerini gerçeğe açamayan insanlar..Şimdi de değilse ne zaman görecektik halbuki?..

Bildiğim bir şey var artık.Yağmur yağıyorsa yağmura değil Rabbime uzatacaktım elimi.Toprak kokusu cennet kokacaktı sadece.Rüzgar mı esiyor usul usul..O rüzgarda Rabbimin nuruna dokunacaktım.Denizleri de özlemiyordum artık,bir gün özlersem eğer, O'nun (c.c.) için ağlayacaktımçç

Ne kadar zorlaştırıyordu insanoğlu her şeyi.Ve ne kadar kolaydı,istersen,gerçekleri görmek..Bir buğday tanesinde saklıydı her şeyin anlamı bazen..Ekmek kokusunda Rahman'ın merhametini duymak varken,kendini ateşlere atmak ne kadar mantıklı olabilirdi ki sonuçta?..

18 Şubat 2013 Pazartesi

*İlmin Ehemmiyeti Hakkında*

İbnu Amr İbni'l-Âs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Allah ilmi [verdikten sonra], insanların [kalbinden] zorla söküp almaz. Fakat ilmi, ülemâyı kabzetmek suretiyle alır. Ülemâ kabzedilir, öyle ki, tek bir âlim kalmaz. Halk da cahilleri kendine reis yapar. Bunlara meseleler sorulur, onlar da ilme dayanmaksızın [kendi reyleriyle] fetva verirler, böylece hem kendilerini hem de başkalarını dalâlete atarlar." [Buhârî, İlm 34, İ'tisam 7; Müslim, İlm 13, (2573); Tirmizî, İlm 5, (2654).]

AÇIKLAMA:

1- Köşeli parantez içerisindeki ziyadeler hadisin başka vecihlerinden alınmıştır.
2- Burada Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), farklı bir üslubla ilme teşvik etmektedir: İlim müslümanlar arasından kaldırılacaktır. Ancak bu kaldırma işi, bilenlerin göğsünden mucizevi bir tarzda ilim çıkarılarak değil, âlimlerin birer birer ölmeleriyle olacaktır. Öyleyse İslam ümmeti böyle bir tehlikeyi gözönünde canlı tutarak, tedbirde kusur etmemelidir. Bunun tedbiri de yeni âlimlerin yetişmesi için gayret göstermektir: Mektep ve medreseler açmak, talebelere barınak temin etmek, burs vermek, onların ilmî gayretlerini artırmak için, derece alanlara mükâfatlar vermek, eser verenleri madden ve ma'nen taltif ve tatmin etmek gibi... Zamanımızda sportif faaliyetlerin gelişmesi için memleketimizde yapılan teşvikleri görmekteyiz. Başarılı sporculara araba, villa, büyük meblağları bulan nakit para, alkış, şöhret... Bütün bunlar o sahaya teşvik etmek, himmetleri o istikamete yönlendirip kabiliyetleri o sahada tenmiye etmek, geliştirmek için yapılmaktadır. Resulullah sadedinde olduğumuz hadisle bu teşvik seferberliğinin ilme yapılmasını irşad buyurmaktadır.
İbnu Hacer der ki: "İlim taleb edenler varolduğu müddetçe ilim kaldırılmaz." Hz. Enes'in yaptığı bir rivayette, ilmin kaldırılmasının Kıyamet alâmetlerinden biri olduğu ifade edilmektedir.
3- Hadisin, Ahmed İbnu Hanbel'de gelen bir vechinde Aleyhissalâtu vesselâm'ın bu meseleyi Veda Haccı sırasında beyan buyurduğu görülmektedir. Ebu Ümâme'nin rivayet ettiği bu hadis şöyle: "Veda Haccı'nda Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurmuşlardı: "İlim kabzedilmezden -veya refedilmezden (kaldırılmazdan)- önce onu alın!" Bir bedevî: "İlim nasıl kaldırılır?" diye sordu. Bunun üzerine Aleyhissalâtu vesselâm: "Bilesiniz, ilmin gitmesi onun hamelesi olan ülemânın gitmesi demektir" dedi ve bunu üç kere tekrar etti."İbnu'l-Münir der ki: "İlmin göğüslerden çıkarılması da Allah'ın kudreti dahilindedir. Ancak bu hadis, böyle bir hadisenin olmayacağına delildir."
4- Görüldüğü üzere hadis, sadece ilmin muhâfazasına teşvik etmekle kalmıyor, aynı zamanda cahillerin iş başına getirilmemesini de ders veriyor.
* Hadis, fetvanın gerçek riyaset olduğuna delildir.
* İlimsiz fetvaya cür'et edenler zemmedilmektedir.
* Cumhur, her zaman müçtehidin bulunacağına hükmetmiş, "müçtehidin yetişmeyeceği devir gelecek" diyenlerin aleyhine hadisten delil çıkarmıştır.
5- Ülemânın gitmesiyle ilmin de gideceği endişesine düşen Ömer İbnu Abdilaziz, âlimle birlikte onun kesbettiği ilmin kaybolmama çâresini ilmin yazı ile tesbitinde bularak hadislerin tedvini için devlet emri çıkarmıştır.

Bazen yazmak gerekir..

Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) diyor ki: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın Ashabı arasında İbnu Amr hâriç, benden daha çok hadis bilen yoktu. (Onun beni geçmesi şuradan ileri geliyordu:) O hadisleri yazıyordu, ben ise yazmıyordum." [Buhârî, İlm 39; Tirmizî, İlm, (2670).]

Sünnette Dua

1. Hz. Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) dua ederken şunu söylerdi: "Allahım, dinimi doğru kıl, o benim işlerimin ismetidir. Dünyamı da doğru kıl, hayatım onda geçmektedir. Ahiretimi de doğru kıl, dönüşüm orayadır. Hayatı benim için her hayırda artma (vesilesi) kıl. Ölümü de her çeşit şerden (kurtularak) rahat(a kavuşma) kıl." [Müslim, Zikr 71, (2720).]

2. Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah'ın duasının çoğu: "Allahümme âtina fi'ddünya haseneten ve fi'l-âhireti haseneten ve kınâ azâbe'nnâr. (Allahım bize dünyada da bir hayır, âhirette de bir hayır ver, bizi cehennem azâbından koru" idi." [Buhârî, Daavât 55, Tefsir, Bakara 36; Müslim, Zikr 26, (2690; Ebû Dâvud, Salât 381, (1519).]

3. Yine Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Kim cenneti üç kere isterse, cennet: "Allah'ım onu cennete koy" der. Kim Allah'tan üç sefer ateşe karşı koruma taleb ederse, cehennem: "Allah'ım onu ateşten koru" der." [Tirmizî, Cennet 27, (2575); Nesâî, İsti'âze 56, (8, 279); İbnu Mâce, Zühd 39, (4340).]

4. Hz. Ali (radıyallâhu anh)'nin anlattığına göre, "Bir mükâteb ona gelerek: "Kitâbet borcumu ödemekten âciz kaldım, bana yardım et" dedi. Ona şu cevabı verdi: "Sana, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın bana öğretmiş bulunduğu bir duayı öğreteyim. (Onu okuduğun takdirde) Sıyr dağı kadar borcun da olsa, Allah onu sana bedel öder. Şöyle diyeceksin: "Allah'ım, yeterince helalinden vererek beni haramından koru. Lütfunla ver, başkasına muhtaç etme." [Tirmizî, Daavât 121, (3558).]

AÇIKLAMA:
1- Mükâteb: Para ödeyerek hürriyetine kavuşmak üzere efendisi ile antlaşma yapan köleye denir. Mesela her ay beş dinar ödeyerek 24 ay sonra kölelikten kurtulmak isteyen köle, hususî çalışma yaparak para kazanır, bu borcu ödedi mi artık hür olur. İşte bu antlaşmaya mükâtebe veya kitâbet denir. Bir bakıma "yazışmak" demektir. Yani, bir nevi köle, fiatını, efendisine ödemeyi kendine yazmış olmakta, efendi de köleyi âzad etmeyi kendi üzerine yazmış olmaktadır. Bu yazışmada köleye mükâteb denir.
Sadedinde olduğumuz rivâyet de, böyle bir antlaşmanın ödeme şartını yerine getirmede zorlanan bir kölenin Hz. Ali (radıyallâhu anh)'ye müracaat ederek yardım istediğini görmekteyiz.
2-Sıyr dağı, Tay kabilesi yurdunda bir dağın adıdır. Ayrıca Umman ve Sîraf arasında sâhilde yer alan bir dağ da aynı ismi taşımaktadır. Sadedinde olduğumuz hadiste zikri geçen dağın adı bir nüshada صَبِير (Sabîr) şeklinde gelmiştir, bu Yemen'de bulunan bir dağın adıdır. Bazı nüshalarda ثَبِير (Sebîr) imlâsı yer alır. Bu da bir çok dağın adıdır. Mekke'deki en büyük dağın adı da Sebîr'dir.

HZ. DAVUD (ALEYHİSSELAM)'UN DUASI

Ebû'd-Derdâ (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Hz. Dâvud (aleyhisselâm)'un duaları arasında şu da vardır: "Allahım! Senden sevgini ve seni sevenlerin sevgisini ve senin sevgine beni ulaştıracak ameli taleb ediyorum. Allah'ım! Senin sevgini nefsimden, âilemden, malımdan, soğuk sudan daha sevgili kıl."
Ebû'd-Derdâ der ki: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Hz. Dâvud'u zikredince, onu "insanların en âbidi (yani çok ve en ihlaslı ibadet yapanı)" olarak tavsif ederdi."
[Tirmizî, Da'avât 74, (3485).]

AÇIKLAMA:
1- "Hubbuke..." (sevgini) tâbiri, masdarın fâil veya mef'ûle izâfesidir. Yâni fâile izâfesi olunca mâna: "Bana olan sevgini" demek olur. Mef'ûle izâfe olunca mâna, "sana olan sevgimi" olur. Birinci daha muvafık gözükmekte. Zîra Allah'ın, kendisini (Hz. Dâvud'u) sevmesini istemek daha uygun gelmektedir. "Seni sevenin sevgisini..." cümlesinde de masdarın mef'ûl veya fâile izâfesi daha uygun gözüküyor, mâna şöyler olur: "Âlimlere olan muhabbetinle beni sevmeni istiyorum." Fâile izâfe olunca mâna, "Seni sevenleri sevmeyi nasib et" şeklinde olur. Nitekim bir başka dua şöyledir: حَبِّبْنَا الى اَهْلِهَا وَحَبِّبْ صَالِحِى اَهْلِهَا إلَيْنَا "Bizi ora ehline sevdir, ora ehlinden sâlih olanları da bize sevdir." Nitekim âyet-i kerimede de: يُحِبُّهُمْ وَيُحِبُّونَهُ "... (Allah) onları sever, onlar da O'nu severler..." (Mâide 54) buyurmuştur. Yani hem insanların Allah'ı sevmesi, hem de Allah'ın insanları sevmesi mevzubahistir.
Keza, "Senin sevgine beni ulaştıracak ameli..." cümlesinde senin sevgin ayrı iki ihtimale muhtemeldir: "Seni bana sevdirecek..." veya "beni sana sevdirecek ameli" mânaları câizdir.
2- Hz. Dâvud'un "insanların en âbidi" olmasını bâzı âlimler, "devrindeki insanların en âbidi" diye kayıtlamıştır. Ancak Aliyyü'l-Kârî, "Itlakı üzere bırakılabilir, zîra ibadetçe en ilerde olması, ilimce, faziletçe de üstün olmasını gerektirmez" diyerek Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın bazı yönlerden efdaliyeti meselesine tezad arzetmeyeceğine ima eder.

17 Şubat 2013 Pazar

O Nur'un (sav) Işığında,Onurlu Bir Yaşam

¬ İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa tıp fakültesi,Cem'i Demiroğlu Oditoryumu'nda
19 Nisan 2013, Cuma günü yapılacak olan Kutlu Doğum Programı'na
tüm İstanbul Üniversitesi öğrencisi arkadaşlarımız davetlidir.
¬ Programa Nurettin Yıldız ve Şerafettin Kalay hocamız katılacaklar.
¬ Diğer bilgiler ve güncel gelişmeler için facebook etkinliğini takip ediniz.
Sizden ricamız facebook etkinliğine katılmanız ve herkese duyurabilmek adına arkadaşlarınızı davet etmeniz.

Günahsız Ağızla Dua

Cenâb-ı Hak, Hz. Musa'ya (a.s),''Yâ Musa! Bana günahsız bir ağızla dua et'' diye buyurdu.
Musa aleyhisselâm,''Yâ rabbi! Ben de böyle bir ağız yok'' dedi. Allah Teâlâ buyurdu:''Başkasının ağzıyla Allah'a dua et. Çünkü sen başkalarının ağzıyla günah işleyemezsin. Öyle hareket et ki başkaları senin için gece gündüz dua etsin. Senin günah işlemediğin ağız, başka birinin senin için özür dileyip, dua ettiği ağızdır. Yahut kendi ağzını temizle. Allah'ın adını zikreden ağız temizlenir. Allah'ın ismi bütün pislikleri temizler ve sıkıntıyı giderir.''
***
Kişinin yanında bulunmayan mümin kardeşine dua etmesi, Allah'ın hoşuna gider. Kişi kardeşi için dua edince, başucundaki melek ''âmin'' der. Sana da, ''Dua ettiğin gibi olsun'' der. Peygamberimiz (s.a.v),''Kardeşin kardeşe gıyabında duası reddedilmez'' buyurmuştur.

Mesneviden Hikâyeler,3.cilt

Emr-i Bi'l-Ma'ruf Ve Nehyi Ani'l-Münker

Dinimizin hayatiyetini koruyan mühim bir müessese olan iyiliğin emir, kötülüğün yasaklanması meselesine kısaca temas edeceğiz.
Emredilecek olan ma'ruf, aklın ve şeriatın güzel kabul ettiği her şeydir. Yasaklanacak olan Münker de yine aklın ve şeriatın çirkin bulup reddettiği her şeydir.
Gerek Kur'ân-ı Kerîm'in birçok âyetleri ve gerekse Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in pek çok hadisleri mü'minleri bu meselede teşvik eder. Emr-i bi'lma'ruf ve nehy-i ani'lmünker yapmayan milletlerin tarihte çöktükleri ve gelecekte de musîbet ve belalara mâruz kalacakları, çökecekleri belirtilir. Bir hadis şöyle: "İçerisinde iyilerin daha mümtaz, daha güçlü bulunduğu bir kavimde kötülükler işlendiği halde, iyiler müdahale edip ıslahda bulunmazlarsa -bir başka rivayette: Müdâhale edecek güçte bir kimsenin bulunduğu bir kavimde kötülükler işlenir ve fakat o kimse müdâhalede bulunmazsa- Allah (celle şânuhu), herkese ulaşacak umumî bir ceza gönderir."
Şu hadis emr-i bi'lma'ruf, zamanında yapılmadığı takdirde cemiyetin mâruz kalacağı ızdırabın sonradan çok zor telâfi edileceğini ifade eder: "Ey mü'minler, yalvar yakar olmanıza rağmen dualarınız kabul olmayacak durumlara düşmezden önce iyiliği (ma'ruf'u) emir ve kötülükten de men ediniz."

Birkaç Hadis:

1) Kays İbnu Ebî Hâzım anlatıyor: "Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh) Cenâb-ı Hakk'a hamd ve senadan sonra buyurdu ki: "Ey insanlar! Sizler şu âyeti okuyor ve fakat yanlış anlıyorsunuz: "Ey iman edenler, siz kendinize bakın. Doğru yolda iseniz sapıtan kimse size zarar veremez" (Maide: 5/105). Biz Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in: "İnsanlar, zâlimi görüp elinden tutmazlarsa, Allah'n, hepsine ulaşacak umumî bir belâ göndermesi yakındır" dediğini işittik." Keza ben, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın: "İçlerinde kötülükler işlenen bir cemiyet, bu kötülükleri bertaraf edecek güçte olduğu halde, seyirci kalır, müdâhale etmezse, Allah'ın hepsini saran umumî bir belâ göndermesi yakındır" dediğini işittim."

2) İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdu:
"Benden önce Allah'ın gönderdiği her peygamberin mutlaka ümmetinden havarîleri ve arkadaşları olmuştur. Bunlar onun sünnetiyle amel ederler emirlerini de yerine getirirlerdi. sonra, bu peygamberlerin ardından öylesi kötüler zuhûr etmişti ki, yapmadıklarını söyleyip, kendilerine emredilmeyeni de yapmışlardır. Kim bu güruhla eliyle mücahede ederse mü'mindir. Kim onunla diliyle mücahede ederse o da mü'mindir. Kim de onlarla kalbiyle mücahede ederse o da mü' mindir. Bunun gerisine, artık zerre miktar iman yoktur."

3) Ebu Saîd (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Zâlim sultanın yanında gerçeği söylemek en büyük cihaddandır."

(alıntıdır)


15 Şubat 2013 Cuma

Yağmur



YAĞMUR


Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım
Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım
Dokunduğun küçük bir nakiş da ben olsaydım
Sana sırılsıklam bir bakiş da ben olsaydım
Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım
Bahira'dan süzülen bir yaş da ben olsaydım
Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım
Senin için görülen bir düş de ben olsaydım
Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım
Senin visalinle bir gülmüş de ben olsaydım
Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım
Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım
Batılı yıkmak için kuşandığın kılıcın
Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım