Türk’ün,terzi benden bir şey çalamaz diye
bahse girişmesi
1665. Hikâyeci, terzilerin insafsızca
hırsızlılarını anlattı, çaldıkları kumaşları nasıl sakladıklarını söyledi.
Halk arasında Hıta’lı bir Türk vardı. Bu sırrın açılmasına pek kızdı öfkelendi.
Gece, kıyamet günü gibi o sırları, hakikat ehline açıp durmaktaydı.
Nereye gitsen de orada birbirlerinin sırlarını açan iki düşmanı savaşır görsen;
O anı, anılıp söylenen mahşer bil. O sır söyleyen boğazı da sur say.
1670. Allah, öfke sebeplerini hazırlamış, o kötülükleri ortaya atmıştır.
Hikâyeci, terzilerin birçok hainliklerini sayıp döktü. Türk hayli üzüldü,
kızdı, dertlendi.
Dedi ki: Ey meddah, şehrinizde hilede, hıyanette en usta hangi terzi?
Meddah dedi ki: Ciğeroğlu derler bir terzi vardır, hırsızlıkta, çeviklikte
halkı öldürür âdeta.
Türk, benden dedi, bir iplik bile çalamaz. Sizinle bahse giriyorum.
1675. Senden daha akıllı nice kişileri mat etti, bahse girişme, böyle
kanatlanıp uçmaya kalkma.
Yürü, aklına böyle mağrur olma. Onun hileleriyle sen de kendini kaybedersin
dediler.
Türk, büsbütün kızdı, benden ne yeni, ne eski hiçbir şey alamaz diye bahse
girişti.
Tamah edenler de onu büsbütün kızdırdılar. Bahse girip ağzını açarak dedi ki:
Şu Arap atım rehin olsun. Benden hileyle kumaş çalabilirse at sizin olur.
1680. Fakat hile yapamaz, çalamazsa ben sizden bir at alırım.
Türk, o gece kızgınlığından uyuyamadı. Hırsızın hayali ile savaşıp durmaktaydı.
Sabah çağı bir atlas kumaşı koltukladı, çarşıya o hilebazın dükkânına gitti.
Terziye selâm verdi. Usta hemen yerinden kalkıp selâmını aldı, merhaba hoş
geldin dedi.
Türk’e haddinden fazla saygı gösterdi, hal ve hatır sordu, kendisini sevdirdi.
1685. Türk, ondan bu bülbül gibi çilemeyi görünce o İstanbul atlasını terzinin
önüne attı.
Bana, dedi, bundan savaş için bir kaftan biç. Belinden aşağısı bol olsun
yukarısı dar.
Belden yukarısı dar olsun da güzel dursun, beni bezesin. Fakat aşağı tarafı bol
olmalı ki savaşta ayağıma dolaşmasın.
Terzi, sevimli müşterim, sana yüzlerce hizmette bulunayım deyip elini gözünün
üstüne koydu, baş üstüne dedi.
Kumaşı önce bir ölçtü, ne kadardan çıkacak onu anladı, sonra Türkü lâfa tuttu.
1690. Başka beylerin hikâyelerini söylemeye, onların lûtuf ve ihsanları övmeye
koyuldu.
hasislerden, onların aşağılık huylarından bahsetti. Güldürmek için tuhaf tuhaf
sözler söyledi.
Ateş gibi makasını çıkardı, kumaşı kesmeye başladı. Ağzıysa masallarla
afsunlarla doluydu.
Terzinin
güldürecek şeyler söylemesi, Türk’ün
kahkahalarla gülmesi ve küçücük, daracık
gözlerinin kapanması, terzinin de bu suretle
kumaşı çalmaya fırsat bulması
Türk, hikâyelere gülmeye başladı. Daracık gözü tamamı ile örtüldü.
Terzi, kumaştan bir parça çalıp oyluğunun altına gizledi. Allah’dan başka
kimsecikler görmedi.
1695. Allah, her şeyi görür ama huyu, örtmektir. Fakat haddini aştın mı açan da
odur ha!
Türk, onun masallarının lezzetinden giriştiği bahsi tamamen unuttu.
Atlas neymiş, bahis neymiş, rehin ne? Türk, o terzi beyinin lâtifesine kapıldı
gitti, âdeta sarhoş oldu, kendinden geçti.
Allah için olsun, lâtifelerin canıma gıda oldu, gülünecek bir şey daha söyle
diye yalvardı.
O hain gülünecek bir şey daha söyledi. Türk kahkahasından sırt üstü yere
yıkıldı.
1700. Gafil Türk, gülüp dururken terzi kumaştan bir parça daha çalıp gömleğinin
yakasından koynuna soktu.
Hıta’lı Türk, üçüncü defa, Allah aşkına gülünç bir şey daha söyle dedi.
Terzi, ikinci lâtifesinden daha gülünç bir şey söyledi, Türkü tamamı ile
avladı.
Gözü kapanmış, aklı gitmiş şaşırmış kalmış, bahse giriştiği halde kahkahayla
sarhoş olmuştu.
Bu sırada Türkün gülmesinden meydanı boş bulup kumaştan bir parça daha çaldı.
1705. Hıta’lı Türk, ustadan dördüncü defa olarak yine gülünç bir şey isteyince,
Herif rahme geldi, hilesini, düzenini başkalarına yapmaya niyetlenip,
Amma da gülünecek şeye harîs ha dedi, zararından, ziyanından haberi bile yok.
Türk, ustayı öperek; Allah aşkına bir hikâye daha söyle diye yalvarıyordu.
Ey masal, hikâye olmuş, varlıktan geçmiş adam, masalı ne zamana kadar
deneyeceksin?
1710. Senden daha ziyade gülünecek masal yok. Yıkık kabrinin başına git de bir
güzelce dur.
Ey bilgisizlik ve şüphe mezarına düşmüş kişi, feleğin lâtifesini, masalını
niceye bir arayacaksın?
Ne vakte dek şu cihanın işvesini tadacaksın? Ne aklın düzenin de kaldı, ne
canın.
Hor ve zalim bir arkadaş olan şu felek, senin gibi yüz binlerce kişinin yüz
suyunu döktü.
Herkesin terzisi olan felek, yüz yaşındaki ham bebeklerin elbiselerini yırtar,
diker!
1715. Lâtifesi, bahçelere bir letafet verir ama kış gelince verdiğin şeylerin
hepsini yele verir!
Halbuki ihtiyar oğlancıklar, ihtiyaçları yüzünden onun kutlu, kutsuz devriyle
alay etmek, eğlenmek için önüne oturmuşlardır!
Terzinin,kendine gel,sus,yoksa bir gülünecek
şey daha söylersem kaftanın dar gelir demesi.
Terzi dedi ki: A hadım ağası, vazgeç. Bir lâtife daha söylersem vay haline.
Sonra kaftanın dapdaracık olur. Hiç kimse kendi kendine böyle iş işler mi?
Gülüyorsun ama gülmenin yeri mi?Eğer bilseydin güleceğin yerde kan ağlardın.
İşsizlerle
masal arayanlar, o Türk’e benzerler,
gaddar ve aldatıcı âlem de o terziye benzer.
Şehvetler ve kadınlar, bu dünyanın gülünç şey
söylemesidir . Ömür, ebedilik kaftanı ve takva
elbisesi dikilmek üzere o terzinin önüne veril-
miş atlas kumaştır.
Gaflet terzisi, ömrün
kıymetli kumaşını ayların makası ile parça parça kesti.
Sen ise, benim tali’ yıldızım devamlı
parlasaydı, hep kuvvetli olsaydı der, hep bunu istersin.
Tali’ yıldızının getirdiği
uğursuzluklara pek kızarsın, onun cilvesine, kinine başına getirdiği afetlere
öfkelenirsin.
Onun susmasından
kutsuzluklarından sana kin beslemesinden pek incinirsin.
Niçin zevk neşe zühresi
oynamıyor dersin ama, onun kutluluğuna oynayışına pek güvenme.
Yıldızın sana der ki,
neşelenmeni gülmeni artırırsan, seni büsbütün aldatır, üzüntüye sokarım,
borçlandırırım.
Ey boş şeylerle uğraşan
değersiz kişi; sen şu yıldızların tali’lerimiz üzerindeki oyunlarına işvelerine
bakma da kendi aşkını bul, gönlünü ver, GERÇEK AŞKA SARIL.