Lütfen bloğumuzda okuduğunuz yayınlara hemen altlarındaki kutucuklardan puan veriniz :) bu bizim kendimizi geliştirmemiz için önemli.

4 Haziran 2013 Salı

Haydi CAMİ'ye :)

Es-Selamün Aleyküm kardeşler;

Kardeşlerimizi 3 gün boyunca camilere davet etmeye ne dersiniz? Kimine göre 3 aylar sebebi ile kimine göre miraç kandili, kimine göre de gerginliğin hafiflemesi için olabilir... Her kime ne sebeple olursa olsun kim sebebi ne olarak algılarsa algılasın "insanları camilere cemaate yönlendirmek" adına denemeye değmez mi? Gelin bütün kardeşlerimizi 3 gün boyunca yatsı namazlarına camilerimize davet edelim. Şartları lehimize çevirip sevap kazanalım :))

Facebook etkinliğine BURADAN KATILABİLİRSİNİZ.. :)

22 Nisan 2013 Pazartesi

Salavat Kumbarası 564,570 salavata ulaştı.

Şu ana kadar 564,570 salavat toplandı. Bu hayra destek olan herkesten allah razı olsun.

ayrıntılar için...
https://docs.google.com/spreadsheet/ccc?key=0Aunkqrw4ziIfdHVQd0QyamQ1Uk5QclB4X29qb09va2c#gid=0

Allah zikirlerinizde sebat etmeyi nasip etsin. Amin :)

1 Nisan 2013 Pazartesi

Mesnevi'den

Türk’ün,terzi benden bir şey çalamaz diye
bahse girişmesi


1665. Hikâyeci, terzilerin insafsızca hırsızlılarını anlattı, çaldıkları kumaşları nasıl sakladıklarını söyledi.
Halk arasında Hıta’lı bir Türk vardı. Bu sırrın açılmasına pek kızdı öfkelendi.
Gece, kıyamet günü gibi o sırları, hakikat ehline açıp durmaktaydı.
Nereye gitsen de orada birbirlerinin sırlarını açan iki düşmanı savaşır görsen;
O anı, anılıp söylenen mahşer bil. O sır söyleyen boğazı da sur say.

1670. Allah, öfke sebeplerini hazırlamış, o kötülükleri ortaya atmıştır.
Hikâyeci, terzilerin birçok hainliklerini sayıp döktü. Türk hayli üzüldü, kızdı, dertlendi.
Dedi ki: Ey meddah, şehrinizde hilede, hıyanette en usta hangi terzi?


Meddah dedi ki: Ciğeroğlu derler bir terzi vardır, hırsızlıkta, çeviklikte halkı öldürür âdeta.
Türk, benden dedi, bir iplik bile çalamaz. Sizinle bahse giriyorum.

1675. Senden daha akıllı nice kişileri mat etti, bahse girişme, böyle kanatlanıp uçmaya kalkma.
Yürü, aklına böyle mağrur olma. Onun hileleriyle sen de kendini kaybedersin dediler.
Türk, büsbütün kızdı, benden ne yeni, ne eski hiçbir şey alamaz diye bahse girişti.
Tamah edenler de onu büsbütün kızdırdılar. Bahse girip ağzını açarak dedi ki:
Şu Arap atım rehin olsun. Benden hileyle kumaş çalabilirse at sizin olur.

1680. Fakat hile yapamaz, çalamazsa ben sizden bir at alırım.
Türk, o gece kızgınlığından uyuyamadı. Hırsızın hayali ile savaşıp durmaktaydı.
Sabah çağı bir atlas kumaşı koltukladı, çarşıya o hilebazın dükkânına gitti.
Terziye selâm verdi. Usta hemen yerinden kalkıp selâmını aldı, merhaba hoş geldin dedi.
Türk’e haddinden fazla saygı gösterdi, hal ve hatır sordu, kendisini sevdirdi.

1685. Türk, ondan bu bülbül gibi çilemeyi görünce o İstanbul atlasını terzinin önüne attı.
Bana, dedi, bundan savaş için bir kaftan biç. Belinden aşağısı bol olsun yukarısı dar.
Belden yukarısı dar olsun da güzel dursun, beni bezesin. Fakat aşağı tarafı bol olmalı ki savaşta ayağıma dolaşmasın.
Terzi, sevimli müşterim, sana yüzlerce hizmette bulunayım deyip elini gözünün üstüne koydu, baş üstüne dedi.
Kumaşı önce bir ölçtü, ne kadardan çıkacak onu anladı, sonra Türkü lâfa tuttu.

1690. Başka beylerin hikâyelerini söylemeye, onların lûtuf ve ihsanları övmeye koyuldu.
hasislerden, onların aşağılık huylarından bahsetti. Güldürmek için tuhaf tuhaf sözler söyledi.
Ateş gibi makasını çıkardı, kumaşı kesmeye başladı. Ağzıysa masallarla afsunlarla doluydu.

Terzinin güldürecek şeyler söylemesi, Türk’ün
kahkahalarla gülmesi ve küçücük, daracık
gözlerinin kapanması, terzinin de bu suretle
kumaşı çalmaya fırsat bulması




Türk, hikâyelere gülmeye başladı. Daracık gözü tamamı ile örtüldü.
Terzi, kumaştan bir parça çalıp oyluğunun altına gizledi. Allah’dan başka kimsecikler görmedi.

1695. Allah, her şeyi görür ama huyu, örtmektir. Fakat haddini aştın mı açan da odur ha!
Türk, onun masallarının lezzetinden giriştiği bahsi tamamen unuttu.
Atlas neymiş, bahis neymiş, rehin ne? Türk, o terzi beyinin lâtifesine kapıldı gitti, âdeta sarhoş oldu, kendinden geçti.
Allah için olsun, lâtifelerin canıma gıda oldu, gülünecek bir şey daha söyle diye yalvardı.
O hain gülünecek bir şey daha söyledi. Türk kahkahasından sırt üstü yere yıkıldı.

1700. Gafil Türk, gülüp dururken terzi kumaştan bir parça daha çalıp gömleğinin yakasından koynuna soktu.
Hıta’lı Türk, üçüncü defa, Allah aşkına gülünç bir şey daha söyle dedi.
Terzi, ikinci lâtifesinden daha gülünç bir şey söyledi, Türkü tamamı ile avladı.
Gözü kapanmış, aklı gitmiş şaşırmış kalmış, bahse giriştiği halde kahkahayla sarhoş olmuştu.
Bu sırada Türkün gülmesinden meydanı boş bulup kumaştan bir parça daha çaldı.

1705. Hıta’lı Türk, ustadan dördüncü defa olarak yine gülünç bir şey isteyince,
Herif rahme geldi, hilesini, düzenini başkalarına yapmaya niyetlenip,
Amma da gülünecek şeye harîs ha dedi, zararından, ziyanından haberi bile yok.
Türk, ustayı öperek; Allah aşkına bir hikâye daha söyle diye yalvarıyordu.
Ey masal, hikâye olmuş, varlıktan geçmiş adam, masalı ne zamana kadar deneyeceksin?

1710. Senden daha ziyade gülünecek masal yok. Yıkık kabrinin başına git de bir güzelce dur.
Ey bilgisizlik ve şüphe mezarına düşmüş kişi, feleğin lâtifesini, masalını niceye bir arayacaksın?
Ne vakte dek şu cihanın işvesini tadacaksın? Ne aklın düzenin de kaldı, ne canın.
Hor ve zalim bir arkadaş olan şu felek, senin gibi yüz binlerce kişinin yüz suyunu döktü.
Herkesin terzisi olan felek, yüz yaşındaki ham bebeklerin elbiselerini yırtar, diker!

1715. Lâtifesi, bahçelere bir letafet verir ama kış gelince verdiğin şeylerin hepsini yele verir!
Halbuki ihtiyar oğlancıklar, ihtiyaçları yüzünden onun kutlu, kutsuz devriyle alay etmek, eğlenmek için önüne oturmuşlardır!




Terzinin,kendine gel,sus,yoksa bir gülünecek
şey daha söylersem kaftanın dar gelir demesi.


Terzi dedi ki: A hadım ağası, vazgeç. Bir lâtife daha söylersem vay haline.
Sonra kaftanın dapdaracık olur. Hiç kimse kendi kendine böyle iş işler mi?
Gülüyorsun ama gülmenin yeri mi?Eğer bilseydin güleceğin yerde kan ağlardın.

İşsizlerle masal arayanlar, o Türk’e benzerler,
gaddar ve aldatıcı âlem de o terziye benzer.
Şehvetler ve kadınlar, bu dünyanın gülünç şey
söylemesidir . Ömür, ebedilik kaftanı ve takva
elbisesi dikilmek üzere o terzinin önüne veril-
miş atlas kumaştır.

Gaflet terzisi, ömrün kıymetli kumaşını ayların makası ile parça parça kesti.
Sen ise, benim tali’ yıldızım devamlı parlasaydı, hep kuvvetli olsaydı der, hep bunu istersin.
Tali’ yıldızının getirdiği uğursuzluklara pek kızarsın, onun cilvesine, kinine başına getirdiği afetlere öfkelenirsin.
Onun susmasından kutsuzluklarından sana kin beslemesinden pek incinirsin.
Niçin zevk neşe zühresi oynamıyor dersin ama, onun kutluluğuna oynayışına pek güvenme.
Yıldızın sana der ki, neşelenmeni gülmeni artırırsan, seni büsbütün aldatır, üzüntüye sokarım, borçlandırırım.
Ey boş şeylerle uğraşan değersiz kişi; sen şu yıldızların tali’lerimiz üzerindeki oyunlarına işvelerine bakma da kendi aşkını bul, gönlünü ver, GERÇEK AŞKA SARIL.

13 Mart 2013 Çarşamba

İNSANLIĞI AYDINLATAN ONUR


         “İnsan; bir yüreğin çırpınışlarının en anlamlı ritmi…
          Onur; o ritimdeki mananın ahenge dönüşmesi…”


İnsan aziz kılındı bir damla sudan evvel. Ruhlar asaleti seçti, hep bir ağızdan ahitleşti; fakat dünya keşmekeşliği unutturdu bize izzeti, şerefi. Kimimiz paranın soğuk ve nankör yüzünde aradı onu, kimimiz dirsek çürüttüğümüz okul sıralarında. Koca amfilerde aradık onuru ama üniversite kapısından girdiğimiz andaki beklentilerimizin çıkarken kaybettiğimiz değerlere müsavi olduğunu göremedik. Çabucak bu koşuşturmadan emekli olup lüks bir villanın afili bahçesinde organik sebzelerimizi kendi ellerimizle yetiştirip hayattan emekli olmayı bekleme hayalleri ile süslediğimiz zihin dünyamızda ararken; annesi bir şaki tarafından öldürülen saf ve masum bir bebeğin gözyaşları ile kaybettik onuru. Modern dünyanın(!) bizlere sunduğu meyvelerin tadında ararken; içinde gizlenen zehrin ruhumuza tesir etmesiyle kaybettik onuru. Onu hep yanlış yerlerde aradık. Hislerimizin çıkmazında köşeye sıkışmış bir şekilde yardımeli beklerken biz ona hep sırtımızı döndük ve önümüzde duran hayatı o zannettik.

Mazlumun çığlıkları arasında kaybolan, zalimin namlusundan çıkan kurşunla vurulan hep o oldu. İşlediğimiz her suçta kelepçeye vurulan oydu. Kıydığımız her canda idama mahkûm edilen yine o oldu. Adaletin işlemediği mahkeme salonlarında iki kolundan tutulup aşağılanırcasına sürüklenen, ikna odalarında sorguya çekilip insanlığa küstürülen de o oldu. Allah’ın ayetini yüreğinde ve omuzlarında taşırken kalkan ellerde yüzüne tokadı yiyen o oldu. Kahverengi boyalı, siyah bağacıklı, ucunda demir olan askeri botların altında ezilen, ‘insanlığa barış ve huzur getireceğiz’ sloganıyla girilen topraklarda sömürülen ondan başkası değildi.

Peygamberi hayatla ahlaklanan sahabenin tüm dünyaya yaydığı, Reb’i bin Amr’ın İran Kisra’sına haykırdığı:” Biz, insanları kula kul olmaktan kurtarıp Allah’a kul olmaya davet ediyoruz” cümlesindeki sır yine insanın Allah dışındaki kimseye boyun eğmeyen onuruydu. Sırf “kara kadının oğlu” dediği için Bilal’in canını yaktığını düşünen Ebu Zer’in başını kapının eşiğine koyarak, ezip geçmesini isterken yüceltmeye çalıştığı oydu. Ölüm anında bile kendisine verilen suyu kardeşine verip onun canının kendi nefsine tercih ederken korumaya çalıştığı değer de oydu.

Ve en nihayetinde insanlık camiasının seslendirdiği şiirin muhatabıydı o:
  

Bir kardeşin tebessümünü dünyadan da değerli kılan,
Başkasının günahına ağlayan bir dervişin gözyaşlarında parıldayan sensin.
Kalpten kalbe giden yolda gözlerimize aydınlık,
Kalpleri kirleten haince planları cezalandıran karanlık sensin.
Nerde bir adalet varsa o mekânda övünen,
Nerde bir zulüm varsa o tabloda gizlenen sensin.
Tevhidi haykıran bir gencin soluğundaki iman kokusu,
Şirkin bataklığında boğulan benliklerden kaçan sensin.
Güneş bile saçlarını soldurmasın diye sakınan bir kadının ruhunda seslenen,
Ateşler içinde yanmamak için göklere dua yağdıran erkeğin kelimelerindeki anlam sensin.
Nerde atan bir kalp varsa, o kalpte beliren nabız,
Nerde ölmüş bir ruh varsa, o ruha can veren nefes sensin.

 O.Kurt

11 Mart 2013 Pazartesi

Bu dine,kafasını sadece Allah'a takmış yiğitler gerek...


Kardeşler,
Yine Buharî'den ve Müslim'den bir hadisi şerifi -kıyamet günü "Bu hadisi duymamış mıydın?" denecek- bir risk olarak sizlere aktarmak istiyorum. Ama dikkat ediyorum ve dikkatinizi çekiyorum. Rabb'imiz: "Sen Ebu Hureyre'nin hadisini duymuştun değil mi?" der kıyamet günü. Bu sözü de bu hadisi şerifi de derdi olmayan yani "Ben doğurdum, büyütüyorum. Her ana gibi, baba gibi ben de anayım babayım." diyene anlatmıyorum. "Kardeşim, vakfı ben kurmadım. Medreseyi de ben kurmadım. İşim yoktu zaten. Diyanet de en düşük puanla aldığı için beni buraya memur yaptılar. Ben ne yapayım. Sekizde geliyorum beşte gidiyorum. Hadi selamun aleykum." diyene de anlatmıyorum. Mangalda kül bırakmayanlara anlatıyorum. Hani büyük toplantılar yapıp İslam için çalışman, her doğurduğu çocuğu Allah'a adayan anneler babalar olarak mangalda kül, meydanda at bırakmayan yiğitler için... Başta ben, ben de mangalda kül bırakmıyorum ama kim mangalda kül bırakmıyorsa, meydandaki atların hepsi önünden yel olup gidiyorsa şimdi bakın Peygamber aleyhissalatu vesselam ne buyuruyor.

Ebu Hureyre radıyallahu anhtan Buharî ve Müslim kaynaklı bir hadisi şerif dinliyoruz. Buyuruyor ki aleyhissalatu vesselam: "Eski peygamberlerden bir tanesi bir küfür diyarına cihat etmek için ordu kurdu." Peygamber aleyhisselam anlatıyor. Bir peygamberi anlatıyor. İsmini vermiyor peygamberin ama bir peygamber ordu kurmuş. İşte A şehrine gidecekler kendi bulundukları yerden. Diyelim ki şehir kalesinin sınırına kadar gelince orduyu toplamış bir taşın üstüne çıkmış, demiş ki: "Hey ordu! Beni dinleyin. Nişanlanmış, yakında nikâhlanıp gerdeğe girecekler geri çıksın." Yani hazır, evlenecek hanımıyla, işte gün sayıyor, düğünü var. "Onlar geri çıksın." demiş. Birkaç kişi ayrılmışlar veya ne olduysa. "Yeni ev yapmış, henüz çatısını kapatıyor ve birkaç gün sonra da yeni evine taşınacak olan varsa onlar da ayrılsın. Koyun sürüsü olup da sürüsünde yakında doğum yapacak, yavrulayacak koyunlar olanlar da ayrılsın. Siz geri gidin, siz ordumda bulunmayın. Ben aklı karısında, yaptığı evinde, yavrulayacak koyununda olmayanlarla Allah'a gideceğim." demiş ve yola devam etmişler.

Üç engelliyi geri bırakmış, üç günahkârı değil ama. Helal nikâhlanmış, bugün yarın gerdeği var. Ev yapmış helal parasıyla, yeni taşınacak evine. Taksiti bitecek, evine taşınacak ve koyunları kuzulayacak adamın. Günah değil. Onlara "Bu ordudan çıkın." demiş. Sonra yoluna devam etmişler. Ulaşacakları yere gittiklerinde ikindi vakti bitmek üzereymiş. Bugünkü literatürle akşam yedide oluyor diyelim. Dört gibi, beş gibi o şehre ulaşmışlar. Yanındakiler demişler ki: "Biz buraya çok kötü bir saatte geldik. Şimdi bu savaşı akşama kadar bitiremezsek gece konaklarken bu adamlar bizi burada imha ederler, mağlup oluruz. Şimdi başlasak akşam oldu yetiştiremeyeceğiz. Ne yarına kadar burada mola verebiliriz ne de savaşı bitirebiliriz durum kötü." Elini güneşe doğru uzatmış o peygamber. (Bu, Buharî ve Müslim'de hadistir.) "Bak ey güneş." demiş. "Sen de Allah'ın memurusun, ben de memuruyum. Önüme engel olma dur, dönme bu dünyada!" demiş. Sonra da "Bismillah." deyip emretmiş ve fetih müyesser olup geri gelmişler.
Güneş... Güneş... Seyrini durdurdu! Kadında, kocada, ev taksitinde gözü olmayan ordu uğruna! Vakıf mı kuruyorsun? Al, peygamberden örnek işte. Bir mahallede cami mi yapacaksın? Derneğinde yeni evlenecek, karısında gözü olan biri olmasın. Ev taksiti ödeyen biri olmasın. Kuzulama derdi olan koyunları olan bir çoban alma. Yürekleri hür, yüreği kadına/eve takılmamış insanlarla yola çık, Allah seninle olsun. Senin için Güneş'i bile durdurur Allah o zaman.

http://hayatrehberi.sosyaldoku.com/180-hur-yurekli-gencler/

2 Mart 2013 Cumartesi

Siyer Okumanın Önemi (Ya da Rabıta) - Cahit Zarifoğlu

Uluslararası bir yarışmaya katılacak bir jimnastik ekibi için aylar öncesinden başlatılan çalışmalara çağrılan 100 jimnastikçi, aynı imkânlara, aynı sağlığa, aynı çalışma ve kazanma hırsına sahip görünüyorlardı. Ancak kamp sonrasında, ekibe bunlardan 10 tanesi seçildi. İstenen hareketleri bu 10 kişi yapabiliyor, diğerleri istenen başarı düzeyini gösteremiyorlardı.

Fizik şartları bakımından aynı seviyede görünen bu yarışmacılar arasındaki temel farklılık neydi? Yetenek dediğimiz şey nasıl bir şey?

Jimnastikte, gerekli bedensel özelliklerle birlikte, yapılacak hareketin mükemmel olabilmesi için, ilkin o hareketin, kişinin “zihninde teşekkül etmesi” gerekmektedir. Bu teşekkül ediş, bu görüntü ne kadar mükemmel olursa, hareket de o derece mükemmel şekilde yapılabilmektedir.

Yığınlar için de durum bundan farklı değil,

İnsanlar, zihinlerinde kimleri canlandırıyor, zihinlerinde kimler örnek insan olarak teşekkül ediyorsa, onlara benzemeye çalışacaklardır. Bu örneğin belirmesi için de kişinin o örnekle sık sık karşılaşması, onun zihne taşınması gerekmektedir. Toplumun kişiye model olarak benimsettiği kişiler veya kişinin sık sık ve etkin şekilde karşılaştığı modeller hangileri.. Özellikle yetişme çağındaki insan kimlere hayranlık duyuyor, kimlere benzemeye çalışıyor? Film yıldızları, önemli iş adamları, başarılı yöneticiler, televizyon veya radyo sunucuları ve politikacılar.. Oysa bunlar şişirilen bir takım hayâllere boş tahminler sağlayan, manevi özelliklerden yoksun kişilerdir. Bu kişilerin bizzat kendileri değil, ama basın organları tarafından kabartılan kişilikleri, hayatları ruhsal değerlerden uzaktır. Zihinde teşekkül eden modeller bunlar olunca, yetişme çağındaki insanların değersiz amaçlar peşinde koşuşlarına bakarak onları küçümsemek, horlamak yararsız olacaktır. Kendilerine sunulan örneklere benzemekten başka ne yapabilirler?!


Mısırlı yazar Necip el-Kiylanî’nin Türkistan Geceleri adlı romanında, Batı Türkistan’dan sonra Doğu Türkistan’ın, komünist Çin tarafından nasıl işgal edilip parçalandığı anlatılıyor. İlk aşamada işgal edilen bu Müslüman topraklarda, Çinliler, bazı yasal zorbalıklarla Müslüman Türkistan halkını planlı bir şekilde benliğinden koparmaya çalışırlar. Buralara Çinli göçmenler getirilecek ve bir Çinli, Müslüman bir kıza talip olduğu zaman, yeni yasa gereği, Müslüman buna “evet” diyecek. Bu yasanın uygulamaya konması ile Müslümanlar isyan ederek silaha sarılırlar. Dağlara çekilirler ve verdikleri savaşlarla Çinlileri perişan eder, önemli miktarda silah, cephane vesaire ganimet alırlar. Zafere ulaşmalarına da pek az kalmıştır. Savaşın başlangıcında Müslümanlarla ortak hareket etmeyi teklif eden ancak “kötü niyetleri” bilindiği için reddedilen Ruslar, bu defa Çinlilerle anlaşarak Doğu Türkistan’a girerler. Böylece iki komünist ülkenin kıskacına giren Müslümanlar zor durumda kalır. Yerleşim merkezlerindeki halk birlik halindeki Rusların ve Çinlilerin kontrolüne girer. Direnen Müslüman güçlerin ise şehirlerle irtibatı azalır. İşte bu aşamada çarpışan Müslümanların düşmanı ikiden / Ruslar ve Çinliler / üçe çıkar. Ruslar yoğun bir propagandaya girişir, konferanslar, el ilanları, duvar ilanları, gazetelerle, Müslüman insanların, özellikle yetişme çağındaki gençlerin kafalarındaki “modeli” değiştirmeye başlarlar. Irk ve namuslarını, topraklarını ve dinlerini Rus ve Çinli katillere karşı, (400 milyona karşı, sadece 18 milyonla) ve yetersiz silahlarla korumaya çalışan ve bunu sadece Allah nezdinde suçlu duruma düşmemek için, Allah’ın emirlerine uymak kastıyla, şehid olmayı göze alarak yürüten insanlar, bu defa, olayları sınıf çatışması şeklinde yorumlamaya başlayan, kafalarındaki Peygamber modeli silinip, yerine Marksist liderler ikame edilen kendi evlatlarına karşı da yürütmek zorunda kalırlar.

İnsanımıza kimleri model olarak sunuyoruz?

Bunların Peygamber Efendimiz’e nispetleri nedir?

İslâmiyet, Peygamber Efendimiz’in hayatından başka bir şey değildir. Ona benzemek, o ne yaptıysa yapmak, o ne emretti ise onu yapmak ve yasaklarından uzak durmak. Bunu gerçekleştirmek için ise Peygamberimiz’in zihinlerde teşekkül etmesi ve bu görüntünün tek taklit merkezi olarak devamlı olması, tek denetleyicisi olarak kaybolmaması... Bize sürekli olarak onu göstermiyorlarsa, biz sürekli olarak onunla olalım. Onu anlatan makbul siyer kitapları okumak ve yaygınlaştırmak, yapılacakların, diğer modellerden kaçmanın en kestirme yolu..

Cahit Zarifoğlu/ Bir Değirmendir Bu Dünya sf.28

28 Şubat 2013 Perşembe

Namaz Bilinci Seminerleri

İnsanımızı manevi değerleri ile yeniden buluşmasında Namaz Bilincinin belirleyici olarak rol oynayacağına kesin olarak inanan Ensar Vakfı ve Namaz Gönüllüleri Platformu 2006 yılından beri aralıksız sürdürdüğü Namazla Diriliş Seferberliğine, 2013 yılında yeni bir boyut kazandırarak çalışmalarına özellikle gençlerimiz üzerinde yoğunlaştırmak istemektedir.

Geleceğimizi emanet edeceğimiz gençliğin çok yönlü tehlikeler ve kötü alışkanlıklar ile kuşatıldığı bir dönemde manevi ve ahlaki açıdan beslenmesinin kaçınılmaz bir görev olduğuna inanan Ensar Vakfı ve Namaz Gönüllüleri Platformu, toplumun tüm kesimlerini her türlü yozlaşma ve kirlilikten uzaklaştıracak olan manevi değerlere ve özellikle namaz ibadetine her zamankinden daha fazla önem verilmesi gerektiğini vurgulamaktadır. Bu gaye ile 04 Mart – 29 Nisan 2013 tarihleri arasında “Namaz Bilinci Seminerleri” başlatılmıştır. Gençlerimizin teşvik edilmesi amacıyla seminerlere istikrarlı devam edip seminer sonunda yapılacak sınavda dereceye giren katılımcılara çeşitli ödüller verilecektir.

Üniversitede okuyan öğrencilerimize yönelik çalışmanın hayırlara vesile olacağına inanıyor ve özellikle üniversite gençliğimizi bu eğitim çalışmasına katılmaya davet ediyoruz.

Ayrtintili bilgi ve basvurular www.ensar.org


25 Şubat 2013 Pazartesi

Twitter'dayız :)

Twitter adresimiz yayında :) https://twitter.com/iugenc sizde takip edebilirsiniz...

Kuşun 3 öğüdü

Bir zavallı kuş tuzağa düşmüş, hile ile yakalanmıştı. Kuş kendisini yakalayan avcıya,
''Ey efendi, sen hayatında birçok defa koyun ve sığır yemişsin, pek çok kere de develer kurban etmişsindir. Sen onların etleriyle bile doymamışken benimle hiç doymazsın.Beni serbest bırakırsan sana üç öğüt veririm. Öğütlerime göre kararını verirsin.Bu üç öğütten birincisini senin elinde iken vereceğim. İkincisini şu çatının üzerinde, üçüncüsünü de şu ağacın üzerine konduğumda söyleyeceğim.Sen bu üç öğüdü işitmekten inan bana çok mutlu olacaksın.''Avcı merakından kuşun teklifini kabul etti. '
Kuş, elindeyken verceğim öğüt şudur: ''Olmayacak sözü kim söylerse söylesin inanma.'' Sonra avcı onu bıraktı. O da uçup evin çatısına kondu. Orada da ikinci öğüdünü söyledi.Elinden kaçmış bir fırsat için üzülme. Âh vah edip hasret çekme.''
Kuş ikinci öğüdünü verdikten sonra uçup ağacın dalına kondu ve üçüncü öğüdünü söylemeden önce,''Karnımda 10 dirhem ağırlığında çok kıymetli bir inci vardı. O inci, seni de çoluk çocuğunu da zengin ederdi. Ne yazık ki kısmetin değilmiş'' dedi.
Avcı, kuşun bu söylediklerini duyunca hamile kadının doğururken bağırması gibi feryat edip bağırmaya başladı. Kuş,
''Ben sana sakın elinden kaçan bir şeye üzülme demedim mi? Mademki elinden inci gitti, ne diye dövünüp duruyorsun? Sana verdiğim öğütleri anlamadın mı? Ben sana olmayacak bir şeyi kim söylerse söylesin inanma demiştim. Benim bütün ağırlığım üç dirhem gelmez. Karnımda nasıl 10 dirhemlik inci olabilir?''
Bu sözler üzerine adam biraz kendine gelir gibi oldu.
''Peki şimdi üçüncü öğüdünü söyle bakalım'' dedi. Kuş,''Sana verdiğim iki öğüdü sanki tuttun da, benden üçüncü öğüdü istiyorsun. Uykuya dalmış bir kişiye öğüt vermek, çorak yere tohum ekmekten farksızdır. Aptallık ve cahillik yırtığı yama tutmaz diyerek'' uçup gitti.

21 Şubat 2013 Perşembe

Gözyaşı



                                                                     
                                                                   Gözyaşı


Anlatmaya çalıştıklarımın önüne geçiyordu sebepler.Asıl olana ulaşmaya çalışırken,karşıma çıkıyorlardı bıktırmaya azmedercesine.

Bütün sebepleri bir bir uzaklaştırmaya çalıştığım zamanlarım oldu.Bütün nedenleri yok edip,yalnız kendimle baş başa kalıp ulaşacaktım güya Gerçeğe.Koskoca bir adamı babasının ardından ağlarken görünceye kadar..Nasıl dayanabiliyor diye düşünürken ben,babasının tabutu başında başını öne eğip öylece ağlarken, gözyaşlarının 'İnna lillahi ve inna ileyhi râciûn' sözleriyle bir döküldüğünü görene kadar,sebepleri gereksizce kaldırmaya çalışmıştım.

Gözyaşının değerini her insan kadar bilirdim önceleri.İnsanların yangınlarını ta yüreğimde hissederdim çocukken.Sonra insanlar mı değişti benim yüreğim mi katılaştı bilmiyorum ama kolay kolay aldırış etmez oldum acılarına.Haketmeyenler için dökülen o anlamsız yaşları görünce,hata edip,insanlardan değil de gözyaşından soğumuşum.Sonradan anladım.

Oysa suçu yoktu ağlamaların,değersizleştiren bizzat insanken onu.Sırf insanların gözünde kendini acındırmak için ağlayanlar varken ya da sadece birileri haklı görünsün diye yalanlara ortak edilirken, duaların ardından kibir boyasına boyanarak akıtılırken hatta, gözyaşının ne suçu olabilirdi..O'nun (c.c.) adı ile akan bir gözyaşı görünce anladım.

Sebepler ortadan kaldırılmak için yaratılmamış aslında.Sebepler yol olurmuş yürümesini bilene de,o yola Bismillah demeye yürek gerekmiş.Küçücük bir damla,koskoca bir imanı taşırmış da,insanoğlu Allah'ı denizlerde,okyanuslarda boşuna aramış.O bir damla söylenemeyen tüm sözlere dil olurken,inatla kulaklarını tıkayan insanoğluymuş.Ah biz..Kör,sağır insanlar..Ne yaparsa kendine yapan insanlar,hayata yummadan evvel gözlerini gerçeğe açamayan insanlar..Şimdi de değilse ne zaman görecektik halbuki?..

Bildiğim bir şey var artık.Yağmur yağıyorsa yağmura değil Rabbime uzatacaktım elimi.Toprak kokusu cennet kokacaktı sadece.Rüzgar mı esiyor usul usul..O rüzgarda Rabbimin nuruna dokunacaktım.Denizleri de özlemiyordum artık,bir gün özlersem eğer, O'nun (c.c.) için ağlayacaktımçç

Ne kadar zorlaştırıyordu insanoğlu her şeyi.Ve ne kadar kolaydı,istersen,gerçekleri görmek..Bir buğday tanesinde saklıydı her şeyin anlamı bazen..Ekmek kokusunda Rahman'ın merhametini duymak varken,kendini ateşlere atmak ne kadar mantıklı olabilirdi ki sonuçta?..

18 Şubat 2013 Pazartesi

*İlmin Ehemmiyeti Hakkında*

İbnu Amr İbni'l-Âs (radıyallahu anhümâ) anlatıyor: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Allah ilmi [verdikten sonra], insanların [kalbinden] zorla söküp almaz. Fakat ilmi, ülemâyı kabzetmek suretiyle alır. Ülemâ kabzedilir, öyle ki, tek bir âlim kalmaz. Halk da cahilleri kendine reis yapar. Bunlara meseleler sorulur, onlar da ilme dayanmaksızın [kendi reyleriyle] fetva verirler, böylece hem kendilerini hem de başkalarını dalâlete atarlar." [Buhârî, İlm 34, İ'tisam 7; Müslim, İlm 13, (2573); Tirmizî, İlm 5, (2654).]

AÇIKLAMA:

1- Köşeli parantez içerisindeki ziyadeler hadisin başka vecihlerinden alınmıştır.
2- Burada Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm), farklı bir üslubla ilme teşvik etmektedir: İlim müslümanlar arasından kaldırılacaktır. Ancak bu kaldırma işi, bilenlerin göğsünden mucizevi bir tarzda ilim çıkarılarak değil, âlimlerin birer birer ölmeleriyle olacaktır. Öyleyse İslam ümmeti böyle bir tehlikeyi gözönünde canlı tutarak, tedbirde kusur etmemelidir. Bunun tedbiri de yeni âlimlerin yetişmesi için gayret göstermektir: Mektep ve medreseler açmak, talebelere barınak temin etmek, burs vermek, onların ilmî gayretlerini artırmak için, derece alanlara mükâfatlar vermek, eser verenleri madden ve ma'nen taltif ve tatmin etmek gibi... Zamanımızda sportif faaliyetlerin gelişmesi için memleketimizde yapılan teşvikleri görmekteyiz. Başarılı sporculara araba, villa, büyük meblağları bulan nakit para, alkış, şöhret... Bütün bunlar o sahaya teşvik etmek, himmetleri o istikamete yönlendirip kabiliyetleri o sahada tenmiye etmek, geliştirmek için yapılmaktadır. Resulullah sadedinde olduğumuz hadisle bu teşvik seferberliğinin ilme yapılmasını irşad buyurmaktadır.
İbnu Hacer der ki: "İlim taleb edenler varolduğu müddetçe ilim kaldırılmaz." Hz. Enes'in yaptığı bir rivayette, ilmin kaldırılmasının Kıyamet alâmetlerinden biri olduğu ifade edilmektedir.
3- Hadisin, Ahmed İbnu Hanbel'de gelen bir vechinde Aleyhissalâtu vesselâm'ın bu meseleyi Veda Haccı sırasında beyan buyurduğu görülmektedir. Ebu Ümâme'nin rivayet ettiği bu hadis şöyle: "Veda Haccı'nda Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurmuşlardı: "İlim kabzedilmezden -veya refedilmezden (kaldırılmazdan)- önce onu alın!" Bir bedevî: "İlim nasıl kaldırılır?" diye sordu. Bunun üzerine Aleyhissalâtu vesselâm: "Bilesiniz, ilmin gitmesi onun hamelesi olan ülemânın gitmesi demektir" dedi ve bunu üç kere tekrar etti."İbnu'l-Münir der ki: "İlmin göğüslerden çıkarılması da Allah'ın kudreti dahilindedir. Ancak bu hadis, böyle bir hadisenin olmayacağına delildir."
4- Görüldüğü üzere hadis, sadece ilmin muhâfazasına teşvik etmekle kalmıyor, aynı zamanda cahillerin iş başına getirilmemesini de ders veriyor.
* Hadis, fetvanın gerçek riyaset olduğuna delildir.
* İlimsiz fetvaya cür'et edenler zemmedilmektedir.
* Cumhur, her zaman müçtehidin bulunacağına hükmetmiş, "müçtehidin yetişmeyeceği devir gelecek" diyenlerin aleyhine hadisten delil çıkarmıştır.
5- Ülemânın gitmesiyle ilmin de gideceği endişesine düşen Ömer İbnu Abdilaziz, âlimle birlikte onun kesbettiği ilmin kaybolmama çâresini ilmin yazı ile tesbitinde bularak hadislerin tedvini için devlet emri çıkarmıştır.

Bazen yazmak gerekir..

Ebu Hüreyre (radıyallahu anh) diyor ki: "Resulullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın Ashabı arasında İbnu Amr hâriç, benden daha çok hadis bilen yoktu. (Onun beni geçmesi şuradan ileri geliyordu:) O hadisleri yazıyordu, ben ise yazmıyordum." [Buhârî, İlm 39; Tirmizî, İlm, (2670).]

Sünnette Dua

1. Hz. Ebû Hüreyre (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) dua ederken şunu söylerdi: "Allahım, dinimi doğru kıl, o benim işlerimin ismetidir. Dünyamı da doğru kıl, hayatım onda geçmektedir. Ahiretimi de doğru kıl, dönüşüm orayadır. Hayatı benim için her hayırda artma (vesilesi) kıl. Ölümü de her çeşit şerden (kurtularak) rahat(a kavuşma) kıl." [Müslim, Zikr 71, (2720).]

2. Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah'ın duasının çoğu: "Allahümme âtina fi'ddünya haseneten ve fi'l-âhireti haseneten ve kınâ azâbe'nnâr. (Allahım bize dünyada da bir hayır, âhirette de bir hayır ver, bizi cehennem azâbından koru" idi." [Buhârî, Daavât 55, Tefsir, Bakara 36; Müslim, Zikr 26, (2690; Ebû Dâvud, Salât 381, (1519).]

3. Yine Hz. Enes (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Kim cenneti üç kere isterse, cennet: "Allah'ım onu cennete koy" der. Kim Allah'tan üç sefer ateşe karşı koruma taleb ederse, cehennem: "Allah'ım onu ateşten koru" der." [Tirmizî, Cennet 27, (2575); Nesâî, İsti'âze 56, (8, 279); İbnu Mâce, Zühd 39, (4340).]

4. Hz. Ali (radıyallâhu anh)'nin anlattığına göre, "Bir mükâteb ona gelerek: "Kitâbet borcumu ödemekten âciz kaldım, bana yardım et" dedi. Ona şu cevabı verdi: "Sana, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın bana öğretmiş bulunduğu bir duayı öğreteyim. (Onu okuduğun takdirde) Sıyr dağı kadar borcun da olsa, Allah onu sana bedel öder. Şöyle diyeceksin: "Allah'ım, yeterince helalinden vererek beni haramından koru. Lütfunla ver, başkasına muhtaç etme." [Tirmizî, Daavât 121, (3558).]

AÇIKLAMA:
1- Mükâteb: Para ödeyerek hürriyetine kavuşmak üzere efendisi ile antlaşma yapan köleye denir. Mesela her ay beş dinar ödeyerek 24 ay sonra kölelikten kurtulmak isteyen köle, hususî çalışma yaparak para kazanır, bu borcu ödedi mi artık hür olur. İşte bu antlaşmaya mükâtebe veya kitâbet denir. Bir bakıma "yazışmak" demektir. Yani, bir nevi köle, fiatını, efendisine ödemeyi kendine yazmış olmakta, efendi de köleyi âzad etmeyi kendi üzerine yazmış olmaktadır. Bu yazışmada köleye mükâteb denir.
Sadedinde olduğumuz rivâyet de, böyle bir antlaşmanın ödeme şartını yerine getirmede zorlanan bir kölenin Hz. Ali (radıyallâhu anh)'ye müracaat ederek yardım istediğini görmekteyiz.
2-Sıyr dağı, Tay kabilesi yurdunda bir dağın adıdır. Ayrıca Umman ve Sîraf arasında sâhilde yer alan bir dağ da aynı ismi taşımaktadır. Sadedinde olduğumuz hadiste zikri geçen dağın adı bir nüshada صَبِير (Sabîr) şeklinde gelmiştir, bu Yemen'de bulunan bir dağın adıdır. Bazı nüshalarda ثَبِير (Sebîr) imlâsı yer alır. Bu da bir çok dağın adıdır. Mekke'deki en büyük dağın adı da Sebîr'dir.

HZ. DAVUD (ALEYHİSSELAM)'UN DUASI

Ebû'd-Derdâ (radıyallâhu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki: "Hz. Dâvud (aleyhisselâm)'un duaları arasında şu da vardır: "Allahım! Senden sevgini ve seni sevenlerin sevgisini ve senin sevgine beni ulaştıracak ameli taleb ediyorum. Allah'ım! Senin sevgini nefsimden, âilemden, malımdan, soğuk sudan daha sevgili kıl."
Ebû'd-Derdâ der ki: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) Hz. Dâvud'u zikredince, onu "insanların en âbidi (yani çok ve en ihlaslı ibadet yapanı)" olarak tavsif ederdi."
[Tirmizî, Da'avât 74, (3485).]

AÇIKLAMA:
1- "Hubbuke..." (sevgini) tâbiri, masdarın fâil veya mef'ûle izâfesidir. Yâni fâile izâfesi olunca mâna: "Bana olan sevgini" demek olur. Mef'ûle izâfe olunca mâna, "sana olan sevgimi" olur. Birinci daha muvafık gözükmekte. Zîra Allah'ın, kendisini (Hz. Dâvud'u) sevmesini istemek daha uygun gelmektedir. "Seni sevenin sevgisini..." cümlesinde de masdarın mef'ûl veya fâile izâfesi daha uygun gözüküyor, mâna şöyler olur: "Âlimlere olan muhabbetinle beni sevmeni istiyorum." Fâile izâfe olunca mâna, "Seni sevenleri sevmeyi nasib et" şeklinde olur. Nitekim bir başka dua şöyledir: حَبِّبْنَا الى اَهْلِهَا وَحَبِّبْ صَالِحِى اَهْلِهَا إلَيْنَا "Bizi ora ehline sevdir, ora ehlinden sâlih olanları da bize sevdir." Nitekim âyet-i kerimede de: يُحِبُّهُمْ وَيُحِبُّونَهُ "... (Allah) onları sever, onlar da O'nu severler..." (Mâide 54) buyurmuştur. Yani hem insanların Allah'ı sevmesi, hem de Allah'ın insanları sevmesi mevzubahistir.
Keza, "Senin sevgine beni ulaştıracak ameli..." cümlesinde senin sevgin ayrı iki ihtimale muhtemeldir: "Seni bana sevdirecek..." veya "beni sana sevdirecek ameli" mânaları câizdir.
2- Hz. Dâvud'un "insanların en âbidi" olmasını bâzı âlimler, "devrindeki insanların en âbidi" diye kayıtlamıştır. Ancak Aliyyü'l-Kârî, "Itlakı üzere bırakılabilir, zîra ibadetçe en ilerde olması, ilimce, faziletçe de üstün olmasını gerektirmez" diyerek Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın bazı yönlerden efdaliyeti meselesine tezad arzetmeyeceğine ima eder.

17 Şubat 2013 Pazar

O Nur'un (sav) Işığında,Onurlu Bir Yaşam

¬ İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa tıp fakültesi,Cem'i Demiroğlu Oditoryumu'nda
19 Nisan 2013, Cuma günü yapılacak olan Kutlu Doğum Programı'na
tüm İstanbul Üniversitesi öğrencisi arkadaşlarımız davetlidir.
¬ Programa Nurettin Yıldız ve Şerafettin Kalay hocamız katılacaklar.
¬ Diğer bilgiler ve güncel gelişmeler için facebook etkinliğini takip ediniz.
Sizden ricamız facebook etkinliğine katılmanız ve herkese duyurabilmek adına arkadaşlarınızı davet etmeniz.

Günahsız Ağızla Dua

Cenâb-ı Hak, Hz. Musa'ya (a.s),''Yâ Musa! Bana günahsız bir ağızla dua et'' diye buyurdu.
Musa aleyhisselâm,''Yâ rabbi! Ben de böyle bir ağız yok'' dedi. Allah Teâlâ buyurdu:''Başkasının ağzıyla Allah'a dua et. Çünkü sen başkalarının ağzıyla günah işleyemezsin. Öyle hareket et ki başkaları senin için gece gündüz dua etsin. Senin günah işlemediğin ağız, başka birinin senin için özür dileyip, dua ettiği ağızdır. Yahut kendi ağzını temizle. Allah'ın adını zikreden ağız temizlenir. Allah'ın ismi bütün pislikleri temizler ve sıkıntıyı giderir.''
***
Kişinin yanında bulunmayan mümin kardeşine dua etmesi, Allah'ın hoşuna gider. Kişi kardeşi için dua edince, başucundaki melek ''âmin'' der. Sana da, ''Dua ettiğin gibi olsun'' der. Peygamberimiz (s.a.v),''Kardeşin kardeşe gıyabında duası reddedilmez'' buyurmuştur.

Mesneviden Hikâyeler,3.cilt

Emr-i Bi'l-Ma'ruf Ve Nehyi Ani'l-Münker

Dinimizin hayatiyetini koruyan mühim bir müessese olan iyiliğin emir, kötülüğün yasaklanması meselesine kısaca temas edeceğiz.
Emredilecek olan ma'ruf, aklın ve şeriatın güzel kabul ettiği her şeydir. Yasaklanacak olan Münker de yine aklın ve şeriatın çirkin bulup reddettiği her şeydir.
Gerek Kur'ân-ı Kerîm'in birçok âyetleri ve gerekse Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in pek çok hadisleri mü'minleri bu meselede teşvik eder. Emr-i bi'lma'ruf ve nehy-i ani'lmünker yapmayan milletlerin tarihte çöktükleri ve gelecekte de musîbet ve belalara mâruz kalacakları, çökecekleri belirtilir. Bir hadis şöyle: "İçerisinde iyilerin daha mümtaz, daha güçlü bulunduğu bir kavimde kötülükler işlendiği halde, iyiler müdahale edip ıslahda bulunmazlarsa -bir başka rivayette: Müdâhale edecek güçte bir kimsenin bulunduğu bir kavimde kötülükler işlenir ve fakat o kimse müdâhalede bulunmazsa- Allah (celle şânuhu), herkese ulaşacak umumî bir ceza gönderir."
Şu hadis emr-i bi'lma'ruf, zamanında yapılmadığı takdirde cemiyetin mâruz kalacağı ızdırabın sonradan çok zor telâfi edileceğini ifade eder: "Ey mü'minler, yalvar yakar olmanıza rağmen dualarınız kabul olmayacak durumlara düşmezden önce iyiliği (ma'ruf'u) emir ve kötülükten de men ediniz."

Birkaç Hadis:

1) Kays İbnu Ebî Hâzım anlatıyor: "Hz. Ebu Bekir (radıyallahu anh) Cenâb-ı Hakk'a hamd ve senadan sonra buyurdu ki: "Ey insanlar! Sizler şu âyeti okuyor ve fakat yanlış anlıyorsunuz: "Ey iman edenler, siz kendinize bakın. Doğru yolda iseniz sapıtan kimse size zarar veremez" (Maide: 5/105). Biz Hz. Peygamber (aleyhissalâtu vesselâm)'in: "İnsanlar, zâlimi görüp elinden tutmazlarsa, Allah'n, hepsine ulaşacak umumî bir belâ göndermesi yakındır" dediğini işittik." Keza ben, Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm)'ın: "İçlerinde kötülükler işlenen bir cemiyet, bu kötülükleri bertaraf edecek güçte olduğu halde, seyirci kalır, müdâhale etmezse, Allah'ın hepsini saran umumî bir belâ göndermesi yakındır" dediğini işittim."

2) İbnu Mes'ud (radıyallahu anh) anlatıyor: Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) şöyle buyurdu:
"Benden önce Allah'ın gönderdiği her peygamberin mutlaka ümmetinden havarîleri ve arkadaşları olmuştur. Bunlar onun sünnetiyle amel ederler emirlerini de yerine getirirlerdi. sonra, bu peygamberlerin ardından öylesi kötüler zuhûr etmişti ki, yapmadıklarını söyleyip, kendilerine emredilmeyeni de yapmışlardır. Kim bu güruhla eliyle mücahede ederse mü'mindir. Kim onunla diliyle mücahede ederse o da mü'mindir. Kim de onlarla kalbiyle mücahede ederse o da mü' mindir. Bunun gerisine, artık zerre miktar iman yoktur."

3) Ebu Saîd (radıyallahu anh) anlatıyor: "Resûlullah (aleyhissalâtu vesselâm) buyurdular ki:
"Zâlim sultanın yanında gerçeği söylemek en büyük cihaddandır."

(alıntıdır)


15 Şubat 2013 Cuma

Yağmur



YAĞMUR


Yağmur, seni bekleyen bir taş da ben olsaydım
Çölde seni özleyen bir kuş da ben olsaydım
Dokunduğun küçük bir nakiş da ben olsaydım
Sana sırılsıklam bir bakiş da ben olsaydım
Uğrunda koparılan bir baş da ben olsaydım
Bahira'dan süzülen bir yaş da ben olsaydım
Okşadığın bir parça kumaş da ben olsaydım
Senin için görülen bir düş de ben olsaydım
Yeryüzünde seni bir görmüş de ben olsaydım
Senin visalinle bir gülmüş de ben olsaydım
Sana hicret eden bir Kureyş de ben olsaydım
Damar damar seninle, hep seninle dolsaydım
Batılı yıkmak için kuşandığın kılıcın
Kabzasında bir dirhem gümüş de ben olsaydım